"
İstanbul Ülkeyi Çökertecek: İstanbul ülkeyi
çökertecek. İstanbul'un başını alıp gitmesi, kalkınmaya engel noktaya
ulaştı. İstanbul ulaştığı megalopolis boyutlarıyla, ülkenin vücudunun
taşıyamayacağı bir koca kafa haline dönüşmüştür. Bu büyüme, ülkeye yayılması
gereken çağdaş davranışların, teknolojinin önünü kesiyor. Halkı ve işverenleri
kendine çekip, çağdaş etkinlikleri inhisarına alıyor (Doğan Kuban burada, büyük
projelerin İstanbul'u merkeze alarak hayata geçirilmesini eleştirmektedir.
Gerçekten de ülkenin tüm ileri teknolojik yatırımları İstanbul'da toplanıyor.
İstanbul, nüfusu ve teknolojik yatırımları kendine çeken bir anafora
dönüşüyor).
İstanbul'un Büyüme Nedeni Sanayileşme Değil, İnşaat: İstanbul,
her zaman bir çekim merkezi olacaktır. Fakat ülkeyi ekonomik olarak
çökertmesine imkân vermemek gerekir. Günümüzde o sınıra ulaştık. Türkiye'de
kente göç sanayileşme geliştiği için gerçekleşmemektedir. Kentlere göç
yapılaşmanın (inşaatın) üretimin en büyük parçası haline getirildiği ve ülke
yeteri kadar sanayileşmediği için gerçekleşmektedir. 1980'den sonra kent nüfusu
%70'i geçti. Köyler boşaldı. Tarlalar toprak oldu. Geleneksel Türk tarımı
çöktü.
Büyük Avrupa Kentleri ve İstanbul: Dünyada
nüfusu 20 milyona ulaşmış kentin sağlıklı yaşamını gerçekleştirebilen bir
planlama yöntemi henüz keşfedilmedi. Batının en kalabalık kentleri olan Londra,
New York, Paris'in nüfusları bugün İstanbul'dan düşüktür. 80 milyon nüfuslu
Almanya'nın en büyük kenti ve başkenti Berlin'in nüfusu 4 milyondan azdır.
İstanbul'u planlama boyutu, estetik ve insan davranışı ile Viyana, Berlin,
Stockholm ile karşılaştırmak olası değildir. Paris, İstanbul gibi değildir.
Paris, her zaman büyük olan ve örgütlenmesi yüzyılları bulan bir dünya
kentidir. İstanbul gibi yarım yüzyılda kontrolsüz bir büyüme gösteren kentlerde
örneğin Sao Paolo ya da Lagash'da çağdaş yaşamın en büyük kargaşa ve dramları
yaşanır. İstanbul ve benzerleri kentler, kendi çıkardıkları toz duman arasında
boğulan aglomeralar. Çünkü kaşla göz arasında büyüyüverdiler. İstanbul'un
sadece 2000 hektarı 550.000 hektar içinde (yani 225'de biri) tarihi bazı
kalıntılar içeriyor. İstanbul megalopolis hastalığına yakalanmıştır.
Megapolis Hastalığı: Megapolis, ekonomik
etkinliğin yurt yüzüne dengeli yayılmasına engel olan ve Anadolu halkının
topraklarını terk ederek ülke tarımını dış dünya pazarına dönmeğe zorlayan;
sonuçta uluslararası sermayenin aşağı düzeyde bir ortağı olarak fakir halkı
tüketici olmaya teşvik eden, giderek Türkiye'nin sömürülen bir topluma
dönüşmesine yol açan bir emme basma mekanizması olarak çalışmaktadır.
Megalopolis hastalığı, sınırsız kapitalizmle nüfus artışının karıştığı,
çaresiz bir ‘hipertrofi' durumudur; çare bulunamayan bir fakir ülke
hastalığıdır. Megalopolisler uygarlığın ortadan kaldırmağa çalıştığı bütün
kötülükleri içerirler. Büyüklükleri oranında suç yuvalarıdır.
Hipertrofi: Hipertrofi, ülke ekonomisinde
yarattığı dengesizlik yanında, toplumun en zengin katlarıyla en fakir katlarını
yan yana getirdiği için toplumsal ayrışma mekânlarına da sebebiyet vermektedir.
Sosyal yapıları birbirlerinin zıddı olan insanlar birlikte yaşamasalar bile
birbirleriyle temas içindedirler. Bu durum onların sınıf karşıtlıklarını
muhafaza ederken toplumun ahlak dokusunu bozuyor. Hipertrofinin sonucu,
ahlaksız ve dengesiz toplumdur. Dünyanın büyük kentleri toplumları kanatan
yaralardır. Büyük kent, insanoğlunun bütün tarihinde kendi yaratıp kontrol
edemediği en büyük deformasyondur.
Dev Kentler İçin Kentsel Planlama Yapılamaz: Bu
dev kentlerde Batılı gelişmiş kentlerden herhangi bir yöntem ithal edilemez.
Bu, maymuna inci kolye takmağa benzer. Kaldı ki bu büyük aglomeralar fiziksel
planlama ile düzenlenecek yerleşmeler değildir. Bu kentler, sınırsız spekülasyonun
doymak bilmez iştihasına sunulmuşken planlanamaz.
Türkiye'nin Çözümü Nedir?: Tek çare halkın
planlı olarak yurt yüzeyine zaman içinde yerleştirilmesi ve ülkenin ekonomik
dengesizliğinin önüne geçilmesidir. Anadolu'ya yeniden yerleşmemiz
gerek! (http://www.herkesebilimteknoloji.com/yazarhp/dogan-kuban-istanbul-ulkeyi-cokertecek-kalkinmaya-engel-noktaya-ulasti).
"
Yazı bu.
"
Yaşadığımız mekan düpedüz sivil toplumcu kenttir. Sivil
toplumcu yani bireyci, cemiyetçi, cemaatçi değil. Bu yapılanma Osmanlı şehrinde
yapılmıştı. Esnafın bir lideri vardı ve gidip belediye başkanına buraya
alışveriş merkezi yapamazsın diyebilirdi. Bu onların hakkıydı. Mahallede bir
suç işlendiği zaman mahalle sorumlu tutulurdu ve bedeli ödenirdi. Osmanlı
mahallesinde kefalet müessesesi nedeniyle hırsızlık ya da fail-i meçhul bir
olayın mesuliyeti mahalleliye aitti. Osmanlı mahallesinin içinde işyeri
olmazdı. Kadınlar,çocuklar ve yaşlılar için en ideal yaşam alanı Osmanlı
mahalleleriydi. Osmanlı mahalleleri bir okuldu. Kadın Osmanlıda mahalle
sayesinde üretimin içindeydi. Kentsel
dönüşüm bizim şehir kavramımıza karşı.
Biz şehri inşa
etmeliyiz. Bunlar birbiriyle içiçe şeyler ve birini yapıp diğerini
yapmazsak olmaz. Bunların hepsi bir sistem. Osmanlı dönemi mahallelerinde siz
dükkanınızı evinizi satarken bütün mahalleye danışmak zorundaydınız. Mülkiyet
hakkı mahallenindi. Mahalle sakinlerinin kefil olması gerekiyordu. Avarız
akçesi verilirdi. Osmanlı mahalleleri bir cemaat teşkil ediyordu. Herkes
birbiriyle mükellefti. İnsanların 100-200 yıl oturduğu yerler vardı.
Günümüzdeki mülkiyet kavramı nedeniyle kimin nereye gittiği kişiyle ilgili
olunca doğal olarak cemaat yapılanması bozuldu. Osmanlı bunu uygulamış ve
cemaat yapısını yıllarca korumuş. Bizim şuan yaşadığımız kentler Avrupa'da
işçiler için kurulan sistem.
"
Bu da Lütfi Bergen’in sözleri...
Bunlar üzerine;
Dünya ya da en azından Ortadoğu bir dönüşüm sürecinden geçmektedir.
Bu dönüşüm sürecinde yeni bir medeniyet inşa edilecektir ki bunun dünyayı etkilemesi yüksek ihtimaldir.
Şimdilerde eski popülerliğini yitirse de Arap Baharı bunun sancısı olarak ortaya çıkmıştı.
2013 950 savaşçısı ile beraber ÖSO'ya katılan Hristiyan grup... |
Kimsenin Arap Baharını "emperyalizmin bölge üzerindeki oyunları" şeklinde nitelemeye ne yüzü ne de mecali kalmıştır.
Şüphesiz ki Arap Baharı bir devrin başlangıcı olarak yükselmektedir.
Hal böyleyken bizim de şimdi yeni medeniyetimizin temellerini atma vaktidir.
Bu temellerin de TOKİ ya da Ali Ağaoğlu inşaatçılığıyla atılamayacağı aşikardır.
Hükümetin ve ülkenin aydınlarının günlük siyasetin de yanında en azından böyle büyük ve yarınları da ilgilendiren sorunlara değinmeleri üniversitelerin konuya ilgi göstermeleri - tabi bu "Şehir ve İstanbul" dersiyle olmaz - gerekmektedir.
İngiltere'nin 1970lerden beri üyesi olduğu AB'den ayrılmasını sadece siyasal olarak okuyanların bu söylediğimden bir şey anlamayacağı bellidir fakat en azından söylemeliyim ki İngiltere'nin ayrılması değişim sancıları çeken Ortadoğu için bir hazırlık hamlesidir.
Tıpkı Trump'ın seçilmesi, Avrupa'da yükselen aşırı sağ, Rusya'nın Karlov suikastı sonrası açıklamaları gibi...
Ne diyordu Aliya: "Bu üzerinde çok düşünülmüş ve planlanmış uzun bir yürüyüştür..."
Yorumlar
Yorum Gönder